Vahşi martılar

by Dr. Sema Nur Öz Keskin

Çocukluğum ve ilk gençliğim hep deniz olmayan şehirlerde geçti. Martıları kitaplarda okudum, filmlerde izledim, şarkılarda dinledim. Benim için hep romantizmin simgesiydi. Ne kadar vahşi ve öfkeli olduklarını gördüğümdeki şaşkınlığımı unutamıyorum. Aslında onlar doğası gerekeni yapıyordu ama ben onları zihnimde bambaşka bir kalıba koymuştum. Sonradan bunu kendime de yaptığımı fark ettim. Eminim siz de yapıyorsunuzdur, belki fark etmemiş olabilirsiniz. Çünkü biz; asla öfkelenmeyen, bencil olmaya hakkı olmayan, hiç kıskanmayan, bıkmayan, biraz da olsa delirmeyen, miskinlik bilmeyen; hep sabırlı, dingin, huzur veren, her daim seven, veren, ışıl ışıl gözlerle bakan varlıklar olmak için yaratılmışız. Adeta kanatlarımız eksik.

Aynaya bakıp; kendimizde olduğunu kabul etmediğimiz, hep başkasında olan, sınıfın uyumsuz çocuğuna yüklediğimiz, komşunun densizlikleri diye gördüğümüz özellikleri kendimizde de görmeye cesaret edebilir miyiz? Ya da daha da ileri gidip tanımaya ne dersiniz? Haydi ‘iyi kızlar asla öfkeli kadınlar olamaz’ kodlarımızı bir kenara bırakalım. Taktığımız sahte maskeleri çıkaralım. Başkaları görürse yalnız kalırız diye sakladığımız o yüzümüz var ya işte onu sevelim.

Bu elbette başkalarına zarar vermek, kırmak, dökmek değil. Sadece olanı kabul etmek. Tüm duygular, iyi ya da kötü hepsi gerçektir. Bastırılmaya değil; kabul edilip, tanınmaya ihtiyaç duyarlar. Hatta doğru yer, zaman ve şekilde gösterilmeye. Çünkü biz onları tanımaya, yönlendirmeye çalışmazsak onlar kaybolmayacak. Şekil değiştirip kendilerini hatırlatacaklar. Biz de onlara şu isimleri takacağız: Fibromiyalji, migren, anksiyete, insomnia, dispepsi ve dahası.

You may also like

Leave a Comment